Aslında bütün sorun trafikte. Zaten yorulmuşuz bütün gün. Üstüne bir de eve gitmek için en az bir saat dört tekerlekli bir kutuda adım adım ilerlemek (bir saat olsun, bizim olsun diyen İstanbul'da yaşayanları duyuyorum). Kötü bir niyetimizde yok. Sadece eve gideceğiz. Günün kirini atmak, biraz kendimize dönebilmek için. Ama mümkün değil ! Birazda yolda örseleneceğiz büyük şehirlerde. Eziyet, trafik olmadıkça eziyet olmuyor. O da zamanınızdan payına düşeni alacak.
Aslında yorulmuyoruz da (!) hafta içi koşturmaktan. O sebeple haftasonu geldi mi koşuyoruz daha büyük kapalı kutulara. AVM'lere. Erkende gitsek haftasonu ise park yeri bulma macerası ile başlıyor günümüz. Hele bir de öğlen gibi gidiyorsanız Formula 1 yarışçıları gibi dönüp duruyorsunuz kapalı otoparklarda. Yine kötü bir amacınız yok. Sadece arabanızı park edeceksiniz.
Doğa, temiz hava, mavi ya da yeşilde önemli değil (!) hayatımızda. Biz zaten betondan geldik, betona gideceğiz değil mi? Ayda bir, o da göz ucu ile görsek yeter denizi. Zaten yeşilde nedir? Ben hiper marketten bol bol alıyorum yeşil. Güzelde salata oluyor. Hiper salata.
Örnekleri uzatırım da uzatırım. Ancak siz anladınız beni.
İş hayatı bir şekilde günümüzün, yılımızın, ömrümüzün en kıymetli zamanlarını alıyor. Bu bir gerçek.
Peki bize ne kalıyor?
İşten arda kalan zaman. Kendinize ayırabileceğiniz bu zaman diliminin hadi diyelim ki bir saatini haftada en az beş gün trafiğe veriyorsunuz. Ayda yirmiiki saat. tabii bu sadece akşam dönüşü. sabah gidişe de bunu ekleyin. Ayda kırkdört saat. Tabii bu bir saatlik hesap. İstanbul'da bir saatte eve giden insan şanslı insan sayılıyor değil mi?
Ayda bir gün sadece masum bir amaç için gitti diyebiliriz. Sadece bu sebepten dolayı şehir değiştiririm, Antalya'ya yerleşirim diyor musunuz bilmiyorum. Ancak tek faktör bu olmamakla beraber önemli noktalardan biri olduğu için klasik olarak trafikten başladım. Antalya'ya yerleşmenin psikoloji ile ilgili diğer hususlara bir sonra ki yazı da devam edeceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder